Edirne – Fatih ERTEK
Cuma günü akşam arkadaşlarla otururken konu Kırkpınar Güreşlerinden açıldı.Bu sene kısmet olursa gider miyiz diye konuşurken cumartesi sabah kendimizi Selimiye Camisi yanında çay içerken bulduk
Elimizden geldiğince Gezi Atlasımıza katkı yapalım..
Edirne
Bir zamanlar Osmanlı İmparatorluğu’na başkentlik yapmasından dolayı şehir han, cami, çarşı gibi tarihi eserlerle süslüdür. Edirne’nin Osmanlı İmparatorluğu topraklarına katıldığı tarih konusunda farklı görüşler mevcuttur. Fetih tarihi, farklı kaynaklara göre 1361-1371 arasında değişiklik göstermektedir. Osmanlı İmparatorluğunun ikinci başkentidir. İstanbul’un fethine kadar 92 yıl boyunca Osmanlı başkenti olmuştur. 1900’lü yılların başında Bulgaristan tarafından işgal edilmiştir. Bu işgal sırasında birçok tarihi yapı yıkılmış ve zarar görmüştür. Edirne’nin simgesi haline gelmiş olan Selimiye Camisi de bunlardan biridir.
Selimiye Camisi Edirne’nin hemen hemen bir çok yerinden rahatlıkla görülebildiğinden ilk kez gidenler dahi çok kolay şekilde yönünü tayin edebiliyorlar.
Selimiye Camii
Fotoğraf açısından şimdiye kadar en zorlandığım Cami Selimiye Camisi oldu. Caminin heybeti yanında iç ve dış avlularının dar oluşu düzgün bir kadraj kurmayı oldukça zorlaştırıyor.
Caminin kapısındaki kitabeye göre yapımına 1568 (Hicri:976) yılında başlanmıştır. Caminin 27 Kasım 1574 Cuma günü açılması planlanmışsa da ancak II. Selim’in ölümünün ardından 14 Mart 1575’te ibadete açılmıştır.
Cami Mimar Sinan‘ın “ustalık” eseridir.
Peki neden Edirne ?
O dönemde İstanbul’da yeni bir büyük camiye ihtiyaç duyulmadığı, Edirne’nin Rumeli’deki Osmanlı egemenliğinin merkezi konumunda olduğu ve Selim’in gençlik yıllarından beri şehre ayrı sevgi beslediğine dikkat çekilir. Diğer bir rivayet ise Ayasofya Camisine olan saygıdan ötürü İstanbul’a yapılmadı yönündedir.
Bir tepe üzerinde bulunan Selimiye’de daha önceki hiçbir camide ya da antik çağ mabedinde görülmemiş bir teknik kullanılmıştır. Daha önceki kubbeli yapılarda, asıl kubbe kademeli yarım kubbelerin üzerinde yükselmesine rağmen, Selimiye Camisi 43,25 metre yüksekliğinde, 31,25 metre çapında, tek bir lebi ile örtülmüştür. Kubbe 8 sütuna dayanan bir kasnak üzerine oturtulmuştur. Kasnak, 8 fil ayaklarına 6 metre genişliğinde kemerlerle bağlıdır. Sinan, bu şekilde örttüğü iç mekana verdiği genişlik ve ferahlıkla birlikte mekanın bir kerede kolayca anlaşılmasını sağlar. Kubbe aynı zamanda caminin dış görünüşünün ana hatlarını da belirler. Ayrıca minarelerin şerefelerine çıkanların yolda birbirlerini görmemeleri ise büyük bir bir dehanın ürünüdür.
Caminin dört köşesinde bulunan her biri üç şerefeli 380 santimetre çapındaki minareler 70,89 metre yüksekliğindedir. Minarelerin alem dahil yükseklikleri bazı kaynaklara göre 84, bazılarına göreyse 85 metredir. Cümle kapısının iki yakınındaki minarelerin şerefelerine üç ayrı yoldan çıkılır.
Camiyi yabancı turist olarak en çok Japonlar ziyaret ediyor. Arkadaşımın dediğine göre Selimiye Camisi Japonya’da ders konusu olarak gösteriliyormuş. Camiye gelen Japon turistlerin inceleme ve çektiği fotoğraflara bakınca inşaat mühendisi veya mimar olduklarını düşündüm. Bunun dışında Cami ile ilgili birçok rivayet ve efsanede mevcut.
Eski Cami nam-ı diğer Edirne Ulu Camii
Yaya oluşumuz ve vaktimizin kısıtlı olması sebebiyle hızlı geçtiğimiz yerlerden biride Eski Cami. Açıkçası dışarıdan görünüşünü çekmediğimi fark edince bayağı hayıflandım.
Edirne’de zamanımıza ulaşmış ilk orijinal abidevi yapı olarak da bilinir. Caminin yan kapısı üzerindeki kitabeye göre mimarı Konyalı Hacı Alâaddin, kalfası ise Ömer İbn-i İbrahim’dir. Caminin kuzey ve kuzeydoğu kısımlarında birer minaresi bulunur.
Osmanlı tarihinde Fetret Devri diye anılan dönemde Süleyman Çelebi tarafından 1403 yılında inşasına başlandı. I. Mehmed tarafından 1414’te tamamlandı. Osmanlı padişahlarından II. Ahmed ve II. Mustafa’ya bu camide kılıç kuşanma törenleri yapıldı. 1749 yılında yangından, 1752’de ise depremden zarar gören cami; I. Mahmud döneminde onarıldı. Cumhuriyetin kuruluşunun ardından, 1924-1934 yıllarında tekrardan restorasyona uğradı.
Osmanlı Devleti Balkanlara fetih seferine çıktığında Edirne hareket noktası olarak kullanılmıştır. Seferin halka ilanı için Eski Cami imamının cuma hutbesine kılıç ile çıkması gelenektir. Bu geleneği yaşatmak için imam cuma hutbelerine kılıçla çıkmaktadır.
Meydandan Tunca Nehri istikametine yürüyüş :
Tunca Nehri
Tunca Nehri, Balkanlar’da, Bulgaristan ve Türkiye’de akan bir nehir. Meriç Nehrinin kollarından biri.
Tuncadan Meriçe yürüyüş…
Sağ olsun bölge halkının sıcak kanlılığı ve yardım severliği sayesinde tarlaları aşarak kestirmeden Meriç Nehrine ulaştık.
Meriç Nehri (Bulgarca: Марица, Maritsa, Yunanca: Εβρος, Evros) Yunanistan ile Türkiye sınırının bir kısmını oluşturan, Bulgaristan’da doğarak Türkiye’ye giren ve Edirne üzerinde Ege Denizi’ne dökülen ırmaktır.
Meriç, 1371 yılında yapılan Çirmen Savaşı’nın da geçtiği yerdir. Osmanlı İmparatorluğu ile Sırp Devleti arasında yapılan bu savaş, Türk zaferi ile sonuçlanmıştır.
Meriç Nehrinin hemen yanında yer alan restoranda karnınızı doyurabilir veya çay bahçesinde çay içerken bir yandan nehri bir yandan sevimli güvercinleri izleyebilirsiniz.
Karaağaça yürüyüş…
Karaağaç, yakın geçmişin siyasal olaylarından Edirne’nin, en fazla zarar gören semtidir. 1915’te Bulgaristan’ı kendi yanında savaşa sokmak için Almanya’nın yaptığı şiddetli baskı yüzünden, Karaağaç, Meriç batısındaki tüm Türk topraklarıyla birlikte Edirne’den ayrıldı. Ancak 1923 yılında Lozan Anlaşmasıyla geri alınabildi. Bugün bu anlaşmayı simgeleyen anıtıyla, tarihi Tren İstasyonu ve yine tarihi Trakya Üniversitesi Rektörlük binasıyla Edirne’nin en güzel ve şirin semtlerindendir.
Trakya Üniversitesi Rektörlük binası çevresi geniş ve güzel bir alana sahip olduğundan birçok düğün fotoğrafçı görmek mümkün.
1972 yılına kadar da tren istasyonu olarak kullanılan bina, bu tarihten itibaren Trakya Üniversitesi’ne devredilerek Trakya Üniversitesi’nin çeşitli birimlerini barındırmış ve sosyal tesis olarak kullanılmıştır.
Karaağaç, Türkiye Cumhuriyetinin nüfus cüzdanı olan “Lozan Antlaşması” ile savaş tazminatı olarak Türk topraklarına katılmıştır.
Lozan Antı
Gün batarken son bir gayretle taksiye binip kendimizi Kırkpınar’a attık.
Kırkpınar
Yağlı güreşlerin tarihi 4500 yıldan öncesine uzanmaktadır. Bulunan en eski kanıtlar M.Ö. 2650 yılına aittir. Antik Mısır’a ve Asur Krallığı’na ait buluntular yaklaşık olarak aynı döneme aittir.
I. Murat, Edirne’nin alınmasından sonra Edirne’de güreşçiler tekkesi kurmuş ve bundan böyle de her sene güreş yapılması bir gelenek haline gelmiştir.
Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı sonunda Kırkpınar Güreşleri Edirne ile Mustafapaşa yolu arasındaki “Virantekke” denilen yerde düzenlenmiştir.
Güreşler, 1923 yılından itibaren Edirne’nin “Sarayiçi” denilen yöresinde yapılmaya başlanmıştır
Kırkpınar’da efsanevi 3 güreşçinin anıtı da bulunmaktadır.
Kurtdereli Mehmet Pehlivan : Kurtdereli Mehmet Pehlivani 1869 yılında bugün Bulgaristan sınırları içinde kalan Deliorman’da doğdu. 1.92 m boyunda ve 148 kg ağırlığında idi. 21 yaşında Koca Yusuf’un karşısına çıktı. Övgüsünü aldı. 1899 Avrupa’ya gitti. Callmett, Pitejenski ve Dumas gibi ünlü güreşçileri yendi. Petrow’a yenildi. Galibiyetler listesine Hintli Gulan, Macar Caya, Rus Baradonow ve Alman Müller’i de ekledi. 1911’de 32 gecede 43 müsabaka yaptı. “Cihan şampiyonu” ilan edildi. 1938 yılında Balıkesir’de öldü.
Mehmet Pehlivanın diğer pehlivanlardan ayıran ve kendisine Atatürk tarafından 1931 yılında 1.000.-Lira ödül verilmesine sebep olan, onun; “Güreşirken bütün Türk milletini arkamda hisseder ve onun şerefini korumak için herşeyi yapardım. Ve sanki bütün Türk milletinin kuvvetinin arkamdan dayandığını hissederdim! ”
sözleridir.
Kel Aliço : Kel Aliço Bulgaristan’ın Plevne ili Cherven Bryag Belediyesi (Kırmızı Kıyı Belediyesi), İskar nehri kıyisindaki Koynare köyünde dogmustur.açsız başından dolayı “kel” takma adıyla anılan Aliço, çok sert ve acımasız güreş tekniğinden dolayı “Gaddar Ali” olarak anılırdı. Güreşe küçük yaşta başladı. Yalnız döneminin değil, Türk güreşinin en büyük pehlivanlarından biri olarak tanındı. Abdülaziz’in ilgisini çekerek huzur güreşlerine katıldı. Kırkpınar’da aralıksız 27 yıl başpehlivanlığı kazandı. 70 yaşındayken kendisine meydan okuyan çırağı Adalı Halil’i yendiğinde Adalı, Aliço’dan 25 yaş küçüktü.
Koca Yusuf : Mindere çıkan ve grekoromen güreşi yapan ilk Türk pehlivanı olduğu sanılmaktadır. 1885 yılında Kırkpınar başpehlivanı olmuş; 1894 yılından itibaren Avrupa ve ABD’de devrin en ünlü güreşçileri ile güreşmiştir. 144 kilo sıkletindeki sporcu, 1.88 metre boyundaydı. ABD turnesinden ülkesine dönerken bir gemi kazasında yaşamını yitirdi.
Bu 3 güreşçi hakkında bir çok ilginç ve garip rivayetler mevcut internette araştırmanızı tavsiye ederim
Sony A77 I Sony 16-50 f/2.8 I Samyang 85 f/1.4 I Minolta 75-300 I Super Takamur 50mm f/1.4 (M42) I Sony F43AM